14 Şubat 2011 Pazartesi

kadın fotoğrafçı olmak.

ne de az kadın fotoğrafçı biliyorum diye düşündüm geçen gün. kadın olarak fotoğraf çeker ve "kadın fotoğrafçı" kimliğini sahiplenirken üzücü epeyce bu, zira ulaşmak, konuşmak, beraber çalışmak istiyorum fotoğraf çeken kadınlarla. ne demek bir kadın olarak fotoğraf çekmek, kıstaslarımız, ilkelerimiz, sevip sevmediklerimiz, uğraşalarımız üzerine konuşsak şöyle fena mı olur...

neyse, 9. filmmor kadın filmleri festivali'yle paralel olarak bir sürpriz olucak yakında.
hihi =)

12 Şubat 2011 Cumartesi

canımı en çok ne yakan ne biliyor musunuz,

şu öğrenmek zorunda kaldıklarımız yok mu, nerede nasıl giyineceğimizi, saat kaçtan sonra nerelerden otobüse minibüse binemeyeceğimizi, öyle hiç tanımadan evine gidip-evimize alıp sevişemeyeceğimizi, ilk gece zaten sevişemeyeceğimizi, gözaltında taciz yaşamamak için misal ki polis kimlik sorduğunda göstermiyorum diyemeyeceğimizi, her fantezimizi öyle birden açığa dökemeyeceğimizi, harika bir gece varken dışarıda, perdeleri açık bırakamayacağımızı ve bunun gibi bi sürü öğrendiğimiz zorundalıklar.

mor iğne.

geçen çengelköy çınaraltı'nda çay, tütün eşliğinde bir arkadaşımla sohbet ediyorum, tez konumdan uzaklaştım, heyecanlanmıyorum artık derken birden ya neden sokak sanatı-feminizm çalışmıyorum'a geldik ki, bir heyecan bastı ki aman ne ala. -sokak sanatı ve toplumsal hareketler çalışacaktım esasen amma hayatıma bakınca kadınlarla ilgili bi şey çalışmalıyım ben diyordum, şimci aklıma açılan sokak sanatı ve feminizm alanı şahane oldu.

sohbet muhabbet derken bir ara tuvalete gittim, çınaraltı'nda tuvalet kahvenin içinde değil, yanında, gece geç olmuş, doğru düzgün insan yok oralarda da tuvaletin kapısındaki adamın masasına 1 lirayı koyup giriyorum, adam masasında değil, yan tarafta ama tam ben girecekken görüyor beni. ve derken, ben tuvaletteyken birden kapı açılıyor ve tuvalet kapısının altından yerleri temizlemeye girdiğini görmemle bir kalbim çarpmaya başlıyor; ne bu şimdi, görmedi mi yani içeri girdiğimi, saldırırsa ne yapıcam.... tanrım! bu düşünceler hızla beynimde dolanırken dolu! diye sesleniyorum adama bir yandan üzerimde saldırırsa ne yapmalıyım diye geçiyor aklımdan. üzerimde bir şeyler arıyorum ki, hiç adetim olmadığı üzere hiç bir şey bulamıyorum lakiin birden montuma geçirdiğim mor iğne ilişiyor gözüme, montumdan çıkarıp silahımmışcasına elime alarak bir şey olursa saplamaya hazır halde, kapıyı yavaşça açıyorum. kimseler yok neyse ki.

lakin arkadaşımın yanına dönerken nasıl bir şey bu lanet olasıca hal diyorum. yoktan değil elbet, ki o adam niye girdi ben tuvaletteyken, nasıl bir mantık bu bilmiyorum ama çaresiz hissediyorum bir yandan kendimi, bir yandan mor iğneme gülümsüyerek güç topluyor, mor iğne kampanyasını yapan kadınlara içimden sevgilerimi yolluyorum.

mor iğne ne ola diyenler için;



ps.: evet tabi her durumda iğnem yeterli gelmez, farkındayım, bir küçük biber gazıyla süsleyecem yakında çantamı.

5 Şubat 2011 Cumartesi

yaban-cı-laş-ma

Sistemden kaynaklı bir yabancılaşma zaten hali hazırda hap gibi yuttuğumuz ve sonra da kusmaya çalıştığımız bir noktada bence de. Ama daha içsel bir yerden nasıl okuyabiliriz yabancılaşmayı? Bana kalırsa yabancılaşmadan kurtulabileceğimiz bir durum oluşmayacaktır çünkü en başta yansımalarımızı görüyor, onlara bakıyoruz. Toplumsal süreç içerisinde bir çok kodlarımız var ve bize durmamız gerektiğini, susmamız gerektiğini, öpmemiz gerektiğini, dokunmamız gerektiğini aslında fısıldıyor sürekli. Yani bir biçimde hiç bir zaman öyle içimizden geldiği gibi davranma ve yaşama durumumuz oluşmayabiliyor. Ve bunun kendisi bir yabancı olma halini yaratıyor; durmak! Sevişirken duruyoruz, konuşurken ve yürürken. Bir ara mutlaka duruyor ve bakıyoruz ve şöyle şeyler geçiyor aklımızdan: "Şimdi ne yapmalıyım?", "Ne demeliyim?"... Günlük hayatın içinde sürekli zihinde yansıması olan bu sorular farkında olmadan içsel yabancı olma halini yaratıyor bence.

Bedene yabancı olma halinin bence en az iki boyutu var; içsel ve dışsal.

İnsanların söyledikleri, yaptıkları hele konu bedenimiz olduğunda bizi farkında olarak ya da olmayarak etkiliyor ve kendimize biz de dışardan bakmayı öğreniyoruz. Yani birisi kalçamız için bir laf söylediğinde o an gözlerimiz bedenimizden fırlayıp kalçamıza bakmaya çalışıyor ve söyleneni anlamaya çalışıyor ve hatta bu içselleştirmenin de başlangıcı oluyor. Yine başka bir açıdan örneğin sevişirken karşınızdaki kişinin nerenize dokunduğu, ne için iltifatlarda bulunduğu ve ne zaman yüzünde hoşnutsuz bir ifade oluşuna göre -ki bunların hepsini önemsiyoruz ve bizi doğrudan etkiliyor- bedenimizle olan bağlantımız kopabiliyor. Çünkü dış aktörler bedenimiz ile aramıza girmiş bulunuyorlar. Bunun önüne geçilebilir çok da net bir çözüm olabileceğini sanmıyorum, çünkü dışarısı bizim oyun parkımız ve orda olmak istiyoruz, yabancılaşsak da...

İçsel durum ise asıl üzerine kafa yorabileceğimiz geniş bir alan tanıyor bence. Çünkü bize ait ve bizden kaynaklı. Aynada yansımamıza baktığımızda, gözlerimizi kapatıp bedenimize dokunduğumuzda bir kırılma anı yaşanıyor bence. Lisedeyken, 18inde bir kadın kendi bedenine hiç dokunmadığını, bunun günah olduğunu söylediğinde donup kalmıştım. Hazlarını bilmeyen, kendine dokunmayı bırak mümkün derecede bedenine bakmayan kadınlar... Bu yabancılaşmanın nedenleri dışardan denilebilir fakat sonraki süreci bence tamamen içsel bir hal alıyor. Ya da örneğin benm küçük göğüslerim var hatta yok denecek kadar azlar :) bedenimi seven de biriyim fakat bazen bir kadın karşıma dikilip göğüslerin de yokmuş dediğinde o dışsal yabancılaşmayı yaşıyor ve akabinde kendimle kaldığım zamanlarda bunun üzerine düşünüp kendime bakıyorum ve bedenime yabancılaşabiliyorum. sanki baktığım ya da dokunduğum ben değilim gibi...

Lafı da çok uzattım belki :) uzun zamandan beri yazmaya fırsat bulamıyorum, yazayım istedim :)

yazdıklarımda bir iddia olmadığını belirtmek isterim, sadece aklıma gelenler bunlar...

p.k.

4 Şubat 2011 Cuma

güzel dönem.

unutmuşum bile ben burayı. ne çok zaman olmuş. haftada birkaç kere girip yaşadıklarımı girmek vardı oysa aklımda. neyse, madem öyle hayatıma dönelim.

son dönemim bir yandan kendi yollarımın gitgide daha belirmesi ve bunun hissettirdiği mutluluk hali, bir diğer yandan bu tüm belirmeler içerisinde tarihimle yüzleşmelerin, kendimle yüzleşmelerin sarsıntılarıyla dolu. kendime bakmayı, gözümü kendi üzerime tutmayı öğreniyorum sanki daha fazla her zamankinden.

ilk önce yoga düşündürmüştü bunu, ilk defa yoga yaptığımda bedenimle ilk defa ilgilendiğimi hissetmiştim ve kendime daha önce hiç böyle bir ilgi yöneltmediğimi. fiziksel bir ilginin ötesinde bedeninin ne zaman, nasıl hissettiğine, nerelerini, nasıl anlarda sıktığına bakmanın tek çaban olması halinin içinde belki de ilk defa o kadar kendi içimde tanıştım bedenimle. nefesi özgür bırakmaya yönelik eforsuz yönelişe gidebildiğim anlarda bedenimdeki o sıkışıklıkların, düğümlerin kendiliğinden çözülmeye başladığını gördüm şaşkınlıkla. halen daha şaşırtıcı.

bedenimle böyle bir noktada uğraşmayla eşsüremli olarak başladı tarihime dönüşlerim, yüzleşmelerim. aynı zamanda filmmor'da festival organizasyonuna dahil olmak ve gündeliğimin artık neredeyse sürekli feminist kadınlarla geçmesi başka bir etkeni bunun.

4 yıldır feminist bir söylemle, bakışla kurduğum bir dert heteropatriyarkal toplum. bunun iki yılı kendime feminist demesem de feminist söylem ve pratikler içinde geçmiş ve 2 yıldır tüm bunların yanı sıra birçok ortamda kendini feminist olarak adlandırmanın dahi ne denli önemli olduğunu görmemle -ki zaten tam da nüfusunun %80 90ını erkeklerin oluşturduğu bir mekanda söylemiştim feminist olduğumu ilk olarak. sonra dönüp baktığımda neden kendimi feminist olarak adlandırmıyorum ki her zaman demiştim.- yani biraz da "inadına" hali içerisinden başlayıp şimdiye uzanan, henüz çok da uzun olmayan, başında olduğum bir feminizm tarihim var zira. ve her ne kadar kamusal alanda bir feminizm ve lgbtt aktivizmi tarihim olsa da yalnızca kadınlarla feminist bir örgütlenme deneyimim yok-

tu şimdiye kadar.

ve en başta kendimi ya çok iyi burda kadınlarla beraber çalışmak sözlerimin içi gitgide daha doluyor, ben de gitgide neden daha iyi olduğunu daha fazla görebiliyor, daha fazla bulabiliyorum bunun anlamlarını. ve en önemlisi şu sanırım; öğreniyorum.

yeni, başka, kadınlar arası -vb.- dil dediğim ama tarifleyemediğim şeyin nasıl bi şey olduğunu, nasıl kurulduğunu mesela,
ya da dinlemeyi.
ya da bakış açılarımın üzerine bir kez daha düşünmeyi.

evet, güzel günler bunlar.
içsel yolculuklarda bir dolu sarsıntı eksik olmasa da.

ps.: 9. Filmmor Kadın Filmleri Festivali 12-20 mart tarihleri arasında Cezayir, Fransız Kültür Merkezi ve İstanbul Modern'de ardından gezici gösterimlerle Antalya, Trabzon ve Van'da.

Basın bülteni için;


2 Ocak 2011 Pazar

aile içi taciz tecavüz konulu bir belgesel.

Merhaba,

Görmezden gelinen, üstü örtülmeye çalışılan, çok dramatik ve bunaltıcı bulunarak gerçekliği kabul edilmeyen “aile içi taciz ve tecavüz" konusunu ele alacağımız belgesel filmimizin cekimlerine basladık.

insanların en huzurlu olabileceği aile ortamında yaşanarak kişinin bütün dünyasına sinen, travmalara yol açan aile içi taciz ve tecavüz gerçeğini görünebilir kılmak, eğitim, yasal haklar, yasal yaptırım, mağdurun harekete geçmesini sağlama ve mağduru koruma gibi çözüm yollarına katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.
Filmimizde karakterlerimizin hikayelerine tanıklık ederken yaşanan istismarın ne olduğu, sebepleri, toplumsal altyapısı, biçimleri ve çözüm yolları için farkındalık gelistirmeyi hedefliyoruz. Umudumuz istismara maruz kalanlara ve kalmaya devam edenlere yalnız ve çözümsüz olmadıklarını göstermek.

Filmimizde ensestin bölgesel, dinsel, sınıfsal ve etnik tek bir topluma ait olmadığı gerçekliğine dikkat ediyoruz. Belirlemis olduğumuz teknik mağdurun deşifre edilmesini engellemenin yanısıra yaşayan kişinin herhangibir kimse olabileceğini vurgulamayı içermektedir. Tacize maruz kalan kişilerle görüşme isteğimiz sadece var olan gerçeği daha belirginleştirmekten kaynaklanıyor. Bu konuda desteğinize ihtiyacimiz oldugunu belirtmek isterim.

Görmenin cok zor bir eylem oldugunu biliyoruz ve bunu örnekleyen bir deneyimimizi aşağıda paylasıyorum.

Yaptığımız bir sokak ropörtaji
―inanmam, Müslüman! bir baba! bunu kızına! asla yapmaz! (görüĢelen kisi i yas 26, Boğaziçi Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi) .


Marmara Unv. Sinema Yuksek lisans mezunuyum. Sosyal konularda belgesel film ve saha calısmalarında yer aldım.
Projemizi Kamer Vakfı aracılıgıyla gerceklestiriyoruz.

Desteğiniz icin simdiden tesekkurler,
sevgiler,
ebubekir

blgslsnm@gmail.com

tramvaydan bir adam ve bir rüya.

blogu açtığımdan beri yazmadım nerdeyse doğru düzgün, öyle her gün yazacak da değilim gerçi zaten ya bu geçen zamanda hiç bir şey olmadı değil "pek tabi" (!)

mesela, bir gece tramvaydan inicem herifin biri aynalı camdan bana bakıyor ısrarla, nereye bakıyorsun diyorum, sana ne, ne konuşuyorsun... bir başlıyor. erkekliği bir kadının ona hesap sormasının altında kalmayacak, taramalı tüfek gibi. -pek fena bi benzetme olmadı bu da- tramvaydan inip eve yürüyorumve apartmanın önünde sokakta bi gariplik fark ediyorum. apartmana girince arkamdan özellikle kapıyorum kapıyı ve beyfendileri kapıya gelip bir işaretler yapıyor, noluyor diye kapıya doğru giderken öpücük yollayıp kaçıyor. erkekliğin şu hallerine midem bulanarak eve giriyorum.

dahası da var ki bu kamusal alanda kadın olmak üzerine, kadın olarak nasıl yaşadığımız üzerine birçok şeyi de gösteriyor sanırım.

yılbaşı gecesinden bir gece önceki rüyam bu, tanımadığım daha çok akdeniz kentine benzer bir yerlerdeyim. güneş güzel, kentin edası güzel. yazlığımsı evler, beton da değiller sanırım. fakat ben bu güzel yerin bir evinde nasıl olduysa herifin biriyle yalnız kalıyorum salon gibi bir yerde. kaçmaya çalışıyorum, kapıyı kapatıyor, çekiyor vs. baya uğraştıktan sonra dışarı atıyorum kendimi. fotoğraf makinam ve çantam içerde kalmış fakat. yürürken bir kadın arkadaşımla karşılaşıyorum ve ona anlatıyorum, eşyalarımı almaya gidiyor o ben de sokaklarda yürümeye devam ediyorum. bir şekilde annemlerle buluşuyoruz sonra ve o adamın olduğu eve gidiyoruz her nedense -belki otel gibi bir şey bu-. söylemiyorum kimseye bir şey o an fakat bu aklımda. evin terasına çıkıp telefonda konuşuyorum biriyle, henüz söylemediğimi fakat babama anlatacağımı söylüyorum konuştuğum kişiye daha önce orda yaşadıklarımı, -neden babama söylicem diyorum, neden hem annem hem babam değil eğer ikisi de o an yanımdalarsa. tanrım içimdeki babasına güvenen kız mı bu?! oiy.- telefonu kapatıp aşağı inen merdivenlere doğru yürüdüğümde kapının arkasından adamın gözlerini görüyorum, beni izliyor-dinliyormuş. kapıyı itmeye çalışıyorum, yapamıyorum hemen, eğer bırakırsam beni öldüreceğini düşünüyorum konuşmamam için ki boğuşurken sanırım, uyanıyorum.

son dönemlerde aile içi taciz tecavüz konusunda belgesel çeken bir arkadaşımla yaptığımız çekim epeyce etkilemişti beni. -belgeselin duyuru metnini de koyayım bloga bi sonraki postta-, eniştemin, levent in -ismini gayet bilinçli yazıyorum buraya- tacizinin hayatımdaki etkilerini anlatmak, yaşadığım genel güvensizlikle bir kere daha yüzleşmek, kuzenimi 4 yıldır görememem ve kim bilir o nasıl etkilendi, neyi nasıl anlattılar ve hayata o ne kadar güveniyor şimdi, zira büyük olasılık ki benim bir taciz yalanı uydurduğumu söylediler ona, başka türlü beni bir şekilde aramaması olası gelmiyor ve tüm bunları tekrar düşünmek, erkek egemenliğinin işgali altındaki hayatımı, bedenimi açıkca dile getirmek... o çekimlerden birkaç gün sonra da kuzenimin beni bulduğunu görmüştüm rüyamda. hatta amargi nin kapısında geliyordu sanki yanıma. ne ilginç.


daha garibi resmen az daha tecavüze uğrayacağım ya da öldürüleceğim rüyadan korkunç kötü uyanmamış olmam. alışılmışlıklarla mı ilgili bu?

nerde, nasıl yaşıyoruz kadınlar olarak dedirtiyor birçok şey, birçok zaman...